18 Haziran 2011 Cumartesi

110 Yıldır Sönmeyen Ampülün Sırrı ya da Planlı Eskime

Bugün milliyet.com’da bir haber vardı: California’daki bir itfaiye istasyonunda 110 yıldır yanan bir ampülün fotoğrafı ve onun sırrı..Yorumlarda ampülün içindeki ışığı Allah yazısına benzetenler olduğunu okudum. Belki haberi hazırlayanlar da bunu düşünerek böyle bir başlık kullanmışlardır..Ampülün içindeki ışıkta gerçekten bir şey yazıp yazmadığı ayrı konu ama o ampülün nasıl 110 yıldır yandığını merak ediyorsanız işte gerçek “sırrı”:


Birkaç ay önce bir belgesel izledim. “Çöp/İsraf Dağları” ya da diğer adıyla “Ampül Komplosu”

Belgesel kısaca “Planlı Eskime” olarak adlandırılan olguyu yani “kullan at” kültürünün ve tüketim toplumunun nasıl planlı olarak yaratıldığını, günümüz ekonomik sisteminin planlı eskime olmadan yürümesinin nasıl mümkün olmadığını anlatıyor. Ampül komplosu denmesinin sebebi bu olguyu, yüzbinlerce saat yanacak biçimde tasarlanmış ve üretilmiş olan ilk ampüllerin ömrünün nasıl adım adım kısaltıldığı üzerinden anlatması.

Türkçe altyazılısı var mı bilmiyorum ama İngilizce olanına buradan ulaşabilirsiniz:

Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

Hikaye özetle şöyle:


İlk olarak 1924 yılında ABD’de kurulan bir elektrik karteli, ampüllerin saat ömürünün sınırlanmasına, daha sık değiştirilecek biçimde yeniden tasarlanmasına karar veriyor. Çünkü uzun ömürlü ampüller firmalar açısından ekonomik olarak avantajlı değil.

Böylece üretici firmalar gittikçe daha hassas ve ömrü 1000 saati aşmayan ampüller tasarlamak ve üretmek üzere bu kartel tarafından baskı altına alınıyor.

1929 yılında yaşanan Büyük Buhran’dan yani büyük ekonomik bunalımın ardından işsiz kalan insanların istihdam edilebilmesi ve ekonominin canlanması için en iyi çözüm talebi arttırmak. Ekonominin çarklarının dönmesi için tüketimin artması gerek, buna bağlı olarak üretimin artması ile birlikte istihdamın artması amaçlanıyor. Bunun için de çözüm yasal düzenlemeler ile planlı eskimeyi zorunlu hale getirmek..Ancak bu fikir 1950’lere kadar rafta kalıyor. 1950’lerde ise bu fikir tekrar su yüzüne çıkıyor ancak önemli bir değişiklik ile..Planlı eskimeyi zorunlu hale getirmek yerine insanlar için bu çekici hale getiriliyor. Daha yeni, daha iyisine sahip olmayı çekici hale getirerek..


Şu cümleler çok ilginç: “Avrupa’nın sonsuza kadar dayanacak ve en iyi ürünü üretme yaklaşımına karşı, Amerika’nın yaklaşımı Amerikan tüketicisinin bir ürünü belli bir süre kullandıktan sonra mutsuz olmasını, ondan kurtulmasını ve mümkün olan en yeni modeli almak istemesini sağlamaktır.”

Ampülden sonraki kurban külotlu çorap dediğimiz ilk naylon çoraplar..Piyasaya ilk çıktıklarında kadınlar
arasında bomba etkisi yaratıyor..Naylon çorapların bu kadar sevilmesinin bir başka sebebi inanılmaz sağlam olması. Sağlamlığını göstermek için üreticileri reklamlarda araba çekici olarak kullanıyorlar. Ama yine aynı sorun baş gösteriyor. Çorap o kadar sağlam ki bir kadın bir çorabı ömür boyu giyebilir! Ve yine aynı şekilde, firma mühendislerine çorabı daha hassas şekilde yeniden tasarlamalarını salık veriyor. (Bunu o zaman firmada çalışan mühendisin kızı anlatıyor)

Peki günümüzde kullandığımız teknolojik aletler? Printerlar, iPodlar..Belgesel’de anlattığına göre onlar da kısa sürede bozulmak üzere tasarlanıyor..Ve öyle ki çoğunun tamir ya da yedek parça masrafı, ya yenisinin fiyatına yakın, ya da daha fazla.

Gana’daki atık bilgisayar kasası dağları, bir adamın 1985’te Doğu Berlin’de aldığı buzdolabının içindeki hiç değiştirilmemiş ve hala yanan ampül, sonsuza kadar dayanan ipliği üreten mühendis filmi de diğer ilginç hikayeler..

Bugün kullandığımız anlamda “tüketim toplumu” olgusunun bundan sadece 60 yıl önce 1950’lerin Amerika’sında ortaya çıkmış olması ilginç değil mi?

Sizce reklamlar özendirici rol oynayıp insanların ihtiyacı olmayan şeylere sahip olmak için borç altına girmelerine mi sebep oluyor? Ya kredi kartı kullanımı ve tüketici kredilerindeki patlama? Peki ya o “tüketici dostu”, “çevreci”..bildiğimiz büyük firmalar da bunu yapıyor mu? “Ekonomiyi” canlandırmanın yolu tüketimi arttırmak mı? Belki de planlı eskime bundan 80 yıl önce radikal bir şeydi ama çağımız için o kadar olağan bir şey haline geldi ki, kimse sorgulamıyor bile..Siz ne dersiniz?

Edit: Belgeselin başlarında, elektronik aletler satan bir mağazada satış temsilcisi, bozulan printerını getiren müşteriye printerların tamir masrafının neredeyse yenisine yakın olduğunu söyleyerek kendisine broşürden modeller gösteriyordu..Birkaç gün önce benzer sahneyi kendim yaşadım..Satış temsilcisi aldığım cep telefonunun kırılma, hasar görme..vs durumlarında tamir masrafının €150 olduğunu (neredeyse cep telefonunun fiyatına yakın) ama 40 TL'lık bir sigorta yaptırırsam bu tamiri 1 sene boyunca ücretsiz yaptırabileceğimi söyledi. Ben de sigortayı yaptırdım..Benzer sahne dünyanın her yerinde tekrar tekrar yaşanıyor..

3 yorum:

  1. Bu güzel yazı için çok teşekkürler.
    En önemli sorun sorgulamayı unutmak. Bu da en az planlı eskime kadar "planlı". Beyinlerimizi ıvır zıvırla doldurup, neden'e, nasıl'a yer bırakmayan, düşüncelerimizin bilek hizasından derine inmesini engelleyen politikalar farklı bir insan türü oluşturdu.
    Annelerimizin giysilerini bozup değiştirip kızlarına güzel ama gerçekten güzel elbiseler diktiği dönem ne kadar uzakta kaldı. Hem de bu kadar kısa bir sürede. Bu hem takdir edilen, hem de olması gereken bir davranıştı. Yokluktan mı? Sanmıyorum. Ampul örneğindeki gibi, güzel, kaliteli, dayanıklı kumaşlar üretilirdi. Ve kültür böyleydi.
    Buzdolabı satın alınırken şıklığından önce sağlamlığına bakılırdı.
    Artık "evladiyelik" lafı sadece sözlükte kaldı. Değişen hayat bunu gerektiriyor aslında. Çok tutucu olmamak gerekiyor. İnsan doğası, kendisine sunulan güzel görünümlere, rahatlığa, kolaylığa karşı duramıyor. Genlerimizdeki "daha, daha, daha çok, daha fazla" duygusu bizi bilim alanında ilerletiyor ama maalesef böyle yan etkileri de var.
    Siyasi politikalar da insanların fazla düşünmesini önlemek üzerine kurulu.
    Sonucunda da yaşadığımız zavallı dünyayı oburca emip kurutuyoruz. Ve bunun durması mümkün değil. Önünde durulamayan bir çığ gibi.
    Üzülüyorum.

    YanıtlaSil
  2. çok güzel bir yazı, paylaştığınız için teşekkürler...zeitgeist belgesellerinde de aynı şeyler anlatılıyor, onlar altyazılı ve youtube dan izlenebiliyor. konu ile ilgili söylenebilecek çok şey var, keşke daha fazla sayıda insan bu konudan haberdar olsa, neler olup bittiğini bilse...

    YanıtlaSil
  3. @Narsistanbul

    Tam da şuanda Zeitgeist'ı izliyordum :) Şuan filmin 3.sü olan Moving Forward'ı izliyorum, katılmadığım bazı noktalar olsa da, doğru söze nedir..Herkesin izlemesi gereken bir belgesel. Yorumun için çok teşekkürler.

    YanıtlaSil